İşçi Kamu Görevlisi midir? Küresel ve Yerel Perspektiflerden Bir Değerlendirme
Bazen en basit görünen sorular, en derin tartışmaları başlatır. “İşçi kamu görevlisi midir?” sorusu da tam olarak böyle bir sorudur. İlk bakışta yanıtı hukuk kitaplarında, mevzuat maddelerinde arayabiliriz. Ama ben bugün, bu soruya sadece kanunla değil; toplumun algısıyla, kültürle ve küresel dinamiklerle yaklaşmak istiyorum. Çünkü bu mesele, yalnızca statü değil — bir aidiyet, değer ve eşitlik meselesidir.
Kamu Görevlisi ve İşçi Kavramları Arasındaki İnce Çizgi
Türkiye’de kamu görevlisi, genellikle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamındaki memurları kapsar. Bu kişiler, devletin idari yapısı içinde, kamusal yetki ve sorumluluk taşıyan bireylerdir. İşçiler ise 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında çalışan; emeğini, belli bir ücret karşılığında kamu ya da özel sektöre sunan bireylerdir.
Ancak buradaki kritik fark “görev niteliği”dir. İşçi, kamu hizmetine katkı sunabilir ama kamu otoritesini temsil etmez. Yani belediyede çalışan bir temizlik işçisi “kamuda çalışan” biridir ama “kamu görevlisi” değildir. Hukuken bu ayrım net gibi görünür; toplumsal algıda ise sınırlar çok daha bulanıktır.
Küresel Bakış: Dünyada İşçi ve Kamu Hizmeti İlişkisi
Avrupa’da ve birçok gelişmiş ülkede “kamu hizmeti” kavramı çok daha geniştir. Örneğin İskandinav ülkelerinde, kamu hizmeti yalnızca devlet memurlarına değil; toplumun refahına katkı sağlayan tüm çalışanlara atfedilen bir değerdir.
Bir belediye temizlik işçisi de, bir öğretmen de, bir doktor da aynı etik çerçevede “public servant” yani kamu hizmetkârı olarak kabul edilir.
Amerika’da ise sistem farklı işler. Orada “public employee” kavramı, yerel yönetimden federal düzeye kadar maaşını kamudan alan herkesi kapsar. Ancak yine de statü farkı sürer; bürokratik otoriteye sahip çalışanlar “official”, hizmet veren işçiler “employee” olarak tanımlanır.
Asya ülkelerinde ise bu ayrım kültürel olarak daha katıdır. Japonya’da devlet memurluğu saygınlık ve uzun vadeli istikrar sembolüdür. Buna karşın kamu kurumunda işçi olarak çalışmak, “devlete hizmet etme” ama “devleti temsil etmeme” biçiminde algılanır.
Yerel Dinamikler: Türkiye’de Kamu ve Emek Ekseninde Algı
Türkiye’de kamu kavramı, tarihsel olarak devlete duyulan güven ve saygı ekseninde şekillenmiştir. Bu yüzden “kamu görevlisi” olmanın sembolik bir ağırlığı vardır. Fakat günümüz çalışma hayatında, kamuda görev yapan işçiler de aynı sistemin parçası, aynı kamu hizmetinin üreticileridir.
Bir belediye işçisi sokakları temizlemezse şehir durur, bir hastane temizlik personeli görevini yapmazsa sağlık sistemi çöker. Dolayısıyla fiilen bakıldığında, işçi de kamusal düzenin sürdürülebilirliğini sağlar. Ancak hukuken bu katkı, “kamu görevliliği” statüsüne dönüşmez.
Bu durum, özellikle sendikal haklar, ücret dengesi ve iş güvencesi gibi konularda belirgin bir adaletsizlik yaratır. Aynı kurumda çalışan iki kişi, biri memur diğeri işçi olduğu için farklı haklara sahip olur. Bu fark, yalnızca ücrette değil; saygı ve statü algısında da kendini gösterir.
Kültürel Perspektif: “Kamu”ya Bakışın Dönüşümü
Toplumların kamu kavramına yüklediği anlam, değer sistemlerinden doğar. Bazı kültürlerde kamu görevliliği, “devlete sadakat”in bir sembolüdür; bazılarında ise “topluma hizmet”in ahlaki bir biçimidir.
Türkiye’de kamu çalışanı olmanın getirdiği güvence, statü ve itibar hâlâ güçlüdür. Ancak genç kuşaklar arasında kamu istihdamı artık “güvence” değil, “sabitlik ve durağanlık” olarak da algılanabiliyor.
Bu algı değişimi, kamu işçiliği kavramını da dönüştürüyor. Artık “işçi” sadece emek veren kişi değil; sistemi ayakta tutan, üretimi ve düzeni sağlayan görünmez kahraman olarak görülüyor.
Peki o zaman sormalı:
Devlete hizmet eden herkes kamu görevlisi sayılmaz mı?
Yoksa “görevli” olmanın tek şartı masa başında oturmak mı?
Küresel Adalet Arayışı: Emeğin Değerini Yeniden Tanımlamak
Giderek dijitalleşen dünyada, kamu ve özel sektör arasındaki çizgi inceliyor. Pandemi süreci bunu açıkça gösterdi: Sağlık çalışanları, temizlik personelleri, lojistik işçileri… Hepsi kamusal yaşamın sürmesini sağladı.
Bir bakıma, kriz anları bize “kimin gerçekten kamu hizmeti sunduğunu” yeniden hatırlattı.
Küresel adalet perspektifinden bakarsak, kamu görevliliği yalnızca statü değil; topluma katkı bilincidir. Eğer bir işçi, toplumun yaşam kalitesine doğrudan katkı sağlıyorsa, onun emeği kamusal değerin bir parçasıdır. Hukuk sistemleri bu farkı gözetmekte yavaş kalsa da, toplumun vicdanı çoktan bu değişimi fark etti.
Sonuç: Kamu Hizmetinin Yeni Tanımı
“İşçi kamu görevlisi midir?” sorusu, yalnızca bir yasal tanım tartışması değil; bir değer tartışmasıdır.
Bugünün dünyasında kamu hizmeti artık sadece memuriyet değil; dayanışma, üretim ve toplumsal katkı anlamına geliyor.
O halde belki de soruyu yeniden sormalıyız:
Kamu görevlisi kimdir?
Devlete bağlı olan mı, yoksa topluma fayda üreten mi?
Ve asıl mesele şu:
Emeğiyle toplumu ayakta tutan her birey, ister işçi ister memur olsun, kamusal değerin bir taşıyıcısı değil midir?